Cesaretle savaşıyorsun, gururla savaşıyorsun.... Fakat hiç kendine sordun mu niye savaşıyorsun?
Savaşımızı ve neden Şövalyelerimizin çatışmada olduğunu anlamak için, birçoğumuzun unuttuğu bilgileri tekrardan aramalıyız. Bu savaşın kökleri neredeyse evrenin yaradılışına kadar uzanmaktaydı. Dünya her zaman, şu anda olduğu gibi değildi.
Carnac dünyasını yaratan çatışmalardı ve bu da bizlere çatışmalar sayesinde dünyanın sonsuza kadar varolacağını göstermekteydi. Canavarlar ve ucubeler, efsanenin kabusları, ayaklanarak insanoğlunun yarattığı bütün yerleşim yerlerine saldırmışlardı. Bu saldırıdan sağ kurtulanlar, daha tamamen oturmamış El Morad şehrini insanlığın sığınağı haline getirdiler. Dua ettiklerinde, onların dualarını duyan sadece 2 tanrı vardı: Bu yalvarışlara duyarsız olan ve onları yaratan çabaların artık bir değeri olmayan bir Tanrı ile bu kötü durumdan zevk alan ve yok olmalarını bekleyen kana susamış bir diğer Tanrı. Bu durumda insanoğlu yapayalnız bu felaketten kendisini kurtarma yolu arayacaktı.
Ve bunu başardılar da. Cesur Manes Kralı önderliğinde, El Morad Şövalyeleri, onların yok olmalarını bekleyen Tanrılara başkaldırdı ve insanoğlu bu zaferle birlikte yeni bir şans kazandı. Ancak, bu çarpışmanın bedeli çok ağırdı. Birçok Şövalye evlerine dönemedi. Geri dönenler ise, bir zamanların kahramanları, hiç umulmadık bir hastalıkla lanetlenmişlerdi ve soyları, bozguna uğrayan Tanrıların yokolmayan kanlarıyla lekelenmişti. Şeytan varsayılan bu Şövalye çocukları, kendi babalarının kurtardığı bu şehirde köle olmuşlardı.
En sonunda sayıları çok artıp insanlığın son şehrini de terk edip kendilerini acımasız dünyanın vahşetine bırakmışlardı. Bu değersiz çocuklar, “Tuarek” adını alan, görünüşleri ve düşünceleri farklı olup Karus adıyla anılan ve insanoğluna savaş ilan eden bir ırk dünyaya getirdiler. Böylece sonsuz savaş başlamış oldu.
Kabusun ucubelerinin hep Büyük Şeytan’a itaat ettikleri düşünülmüştü. Akıllarda bu ucubelerin El Morad Şövalyeleri tarafından bozguna uğratıldığı ve toprakların bir kez daha güvenli bir hale geleceği düşüncesi bulunmaktaydı. Ancak, bu düşünülenler doğru değildi. Her ne kadar eski ucubeler rahatsız edilse de her zaman için yenileri geliyordu. Kötü kalpli bu yaratıklar, ilginçtir ki, her seferinde Şövalyelerin karşılaştığı en güçlü ve en ölümcül bir hale geliyorlardı. Karus ve El Morad ırklarının bilginleri, seneler önce Kral Manes’in katlettiği tanrıdan çok daha güçlü başka bir Tanrı’nın varolma ihtimalini fısıldamaya başlamışlardı. Dedikodular etrafa dağılamaya başlamış ve insanlar bu Tanrı’nın senelerdir sessizce yatarak kötü bir amaç için beklediğini düşünmeye başlamışlardı. Ve bu Tanrının uyanma zamanı gelmişti. Fosillerin keşfi ve bilinmeyen bölgelere ait sanat eserleri, bu dedikoduların doğruluğunu ortaya çıkarmaktaydı. Her iki ırk bu yeraltı eserlerine ve fosillere erişim amacıyla çatışmalara başlamıştı. İçten savaşan bu ırklar artık yepyeni bir sahnede savaşmak zorunda kalmışlardı.
Öfkeli Krowaz savaşa doymuştu. O kadar güçlüydü ki, bu gücü herhangi bir uygulama ile gösterme gereği duymuyordu. O, doğanın gücüydü ve tartışmasız en kuvvetlisiydi. O’nun sayesinde Karus ile El Morad arasındaki savaş daha ateşli bir boyuta ulaşmıştı. Her gün yıkılan yerleşim bölgeleri, gün gün devam eden savaşlar ve kimin üstün olduğunu kimsenin açıklayamayacağı el değiştiren zaferler. Kız veya erkek demeksizin her gencin elleri düşman kanına bulanmıştı. Bu kadarı yeterli olabilirdi; fakat ne kadar çok savaş ve ölüm varsa, O daha da güçlenmekteydi. Krowaz doymak bilmeyen bir hale gelmişti. Dünya tarihinde ilk defa, her iki ırkın da liderlerine, katledilen her asker ile güçlenmiş bir halde, büyük alevler savurup kendini göstermişti.
Carnac Dünyası’nın kendi Yaratıcısı, kendi Yaşam Tanrıçası ve kendi Değişim Tanrısı vardı. Krowaz ise her zaman bu grupta bir tanrının eksik olduğu kanaatindeydi....